DİYALEKTİK MATERYALİZM: ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MARKSÇI-LENİNCİ PARTİ’NİN EĞİTİM NOTLARI -3-

DİYALEKTİK MATERYALİZM: ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MARKSÇI-LENİNCİ PARTİ’NİN EĞİTİM NOTLARI

TARİH TEORİSİ I

Düzenleyen: Hikmet BALKAN

Bu yazıda, diyalektik materyalizmin tarih teorisini ele alacağız. Konuyu iki bölümde inceleyeceğiz...

Tıpkı diyalektik gibi tarihsel materyalizmin tarih teorisi de salt inceleme aracı değil, bir eylem aracıdır. Devrimci teori, devrimci pratiğin, devrimci politikanın vazgeçilmez aracıdır. Kaptan için pusula, saat ve sekstant neyse, mühendis için fizik kanunları neyse, devrimci politikacı için tarihsel ya da diyalektik materyalizm de odur. Diyalektik evrensel bir araçken, tarih teorisi özel bir araçtır, bir başka deyişle toplumsal ilişkiler içinde bilimsel yön bulmayı olanaklı kılan, bu ilişkilerin hareket kanunlarının belirlenmesini sağlayan araçtır. Yalnızca hareket kanunlarıyla ilgili bilgi sayesinde gelecekle ilgili bilimsel bir öngörüde bulunulabilir ve ancak bu öngörü sayesinde doğru devrimci eylem mümkün olur.

Materyalist tarih teorisinin çığır açan özelliği, tarihsel gelişmenin ana hatlarını öngörmemize ve gereken şekilde etkilememize, ona belli sınırlar içinde vakıf olmamıza izin veren ilk teori olmasıdır. Başka bir deyişle yalnızca ve öncelikle geçmiş tarihin açıklaması değil, aynı zamanda ve her şeyden önce insanın tarih yapma tarzının teorik temelidir. Doğa kanunlarının anlaşılması, doğaya özgür bir biçimde hükmetmenin temelidir. Tarihin maddi kanunlarını anlamak ise insan özgürlüğüne giden yolu açar. Materyalist tarih teorisi devrimci pratikten ayrılırsa yaşamaz. Şöyle bir söz vardır: Yalnızca kimyadan anlayan kişi, kimyayı da anlayamaz vb.   

İnsanların geçimlerini kazanma tarzları toplumsal hayatın tüm diğer yanlarını belirler. Bu tarzlar özellikle de toplumsal görüşleri, düşünceleri, anlayışları veya "toplumsal bilinci" belirler. Başka bir deyişle, maddi toplumsal hayat düşünsel hayatı belirlerMarks’ın deyimiyle toplumsal varlık toplumsal bilinci belirler. Maddi olan düşünsel olanı -toplumsal konularda da- belirlediğinden bu öğretiye tarihsel materyalizm adı verilmiştir. Diyalektik hakkındaki önceki  bölümleri  hatırlarsak  bu öğretinin, materyalist diyalektiğin insanların toplumsal ilişkilerine özel bir uygulaması olduğunu kolayca görürüz.

Bu öğreti ilk bakışta alabildiğine makul görünür, ama sıradan düşünme biçimine, yani sağduyu denen şeye aslında zıt olduğunu da unutmamak lazım. Sağduyu öncelikle meseleyi şöyle ortaya koyar: Görünüşe bakılırsa, insanın tüm eylemleri zihinden, yani insanın önüne koyduğu amaçlardan kaynaklanmaktadır. İnsan, amaçları, planları her neyse ona göre davranacaktır, yani gündelik düşünce ya da sağduyu materyalist tarih öğretisine hiç de uygun değildir. Oysa daha yakından bakıldığında bu uygunsuzluğun yalnızca yüzeysel olduğu görülür, çünkü insanların davranışlarını düzenleyen amaçlar, insanların zihinlerindeki fikirlerin kaynağı nedir, sorusu ortaya çıkar hemen. Toplumsal düşünmenin şu ya da bu unsurunun kaynağı nedir, ya da daha somut bir örnek vermek gerekirse, nasıl olur da ortaçağ dönemindeki bir köylü ile, günümüzdeki köylü farklı düşünür? Ya da nasıl oluyor da bir işletmecinin grev ve sendikalar hakkındaki görüşleri işçinin görüşlerinden farklılık gösteriyor? Bu tür soruları sormaya başladığımız anda fikirler alanından çıkar ve neden insanların bin yıl önce bugünkünden farklı düşündüklerini, bugün tarım sınıfının işletmecilere veya işçilere göre neden farklı görüşlere sahip olduğunu araştırmak zorunda kalırız. Fikirlerdeki bu farklılıkları yine başka fikirler kullanarak açıklamak, onları açıklamamak, açıklama yapmaktan vazgeçmek demektir.

Tarihte belli toplumsal görüşlerin nasıl birbirinin yerine geçtiklerini, bir görüşün bir başka görüşle nasıl yer değiştirdiğini veya aynı toplum içinde iki sınıfın doğru olan, iyi olan hakkında nasıl olup da neredeyse farklı görüşlere sahip olduğunu anlayabilmek için bu görüşlerin maddi nedenlerine dönmeliyiz. Toplumsal bilinçten tekrar toplumsal varlığa uzanmalıyız. Tarihsel materyalizm düşünce veya bilinç gerçeğini inkar etmez. Tarihsel materyalizm insanların zihinlerinde düşünceler olmadığını, belli görüşlere göre davranmadıklarını asla iddia etmez, tersine görüşleri ve amaçları toplumun maddi temelini kullanarak açıklar. Tüm idealist tarih teorilerinin tersine, materyalist teori düşüncelerde basit ve öncelikli olanı değil, türetilmiş, bağımlı, ikincil olanı görür, yani belli maddi ilişkilerin sonucu olan şeyi görür.

***

Şimdi temelin yapısını, insanların geçimlerini sağlama biçimlerini,  Marx'ın dediği gibi üretim tarzlarını daha yakından inceleyelim... Üretim tarzı nedir? Diyalektik materyalizmde üretim tarzı derken, insanların üretirken ya da çalışırken girdikleri karşılıklı ilişkiler, ya da kısa yoldan bir tarifle, çalışma sırasında insanların karşılıklı ilişkileri kastedilir. Son tahlilde soru şudur: İnsanlar üretim araçları etrafında nasıl gruplaşır? Başka bir deyişle: Üretim araçları kime aittir ve nasıl kullanılırlar?

Belli bir üretim biçimini ele alıp temelini ve özünü saptadığımızda, üretim tarzının anlamını daha iyi kavrayabiliriz. Kapitalist üretim tarzını ele alalım: Bu tarzın birinci özelliği, makineler, fabrikalar, hammaddeler gibi üretim araçlarının üreten kişiden, yani işçiden ayrı olmasıdır. Üretim araçlarının sahipleri olan, ama onları işletmeyen bir insan sınıfı var. Diğer taraftaysa hiçbir üretim aracına sahip olmayıp yalnızca işgücü olan bir sınıf, yani işçiler vardır; bu sınıf ancak üretim araçları sahiplerince, yani kapitalistlerce işe alınırsa çalışabilir. Kapitalizmin ikinci özelliği bu insanların hukuken özgür insanlar olmaları ve üçüncü özelliği de üretim araçlarının, yani makinelerin, araç gerecin, hammaddelerin toplumsal olarak kullanılmasıdır, başka bir deyişle bir makinede, bir fabrikada bir grup işçi birlikte çalışır.

Bu üretim tarzının karşısına, küçük zanaatkarlıkta ya da küçük veya orta ölçekli tarım ekonomisinde görülen  basit meta üretimini koyalım. Bu alanlarda insanların birbirleriyle ilişkisi kapitalist ilişkilerden farklıdır. Çalışan, aynı zamanda üretim araçlarının da sahibidir, köylü toprağın, binanın, tarım araçlarının, hayvanların sahibidir; zanaatkar atölyesinin, araç gerecinin, hammaddelerinin sahibidir. Bu basit meta üretiminin ikinci özelliğiyse, kapitalizmden farklı olarak burada birçok kişinin işbirliğinin bulunmamasıdır, tersine, tekil üretici kendi araçlarıyla çalışır. Bu üretim araçları üreticinin özel mülküdür ve bizzat onun tarafından kullanılır. Tarım veya zanaat işletmesinde üreticinin ona ait araç gereçle etkileşimi söz konusudur. Ancak toplam ekonomi açısından bakıldığında tek tek üreticilerin dolaysız, planlı bir etkileşimi yoktur - işte fark da burada yatmaktadır- tersine, herkes diğerinden bağımsız olarak çalıştığından toplum sayısız üreticiye bölünmüştür. Kapitalist üretimde ekonomik bir birim olarak bir araya getirilmiş olan sayısız insanın bilinçli etkileşimi fabrikayı veya birkaç fabrikayı kapsamaktadır. Basit meta üretiminde planlama olsa olsa zanaatkarla birlikte birkaç çırağı veya çiftçiyle birlikte ailesini kapsar.

Üçüncü bir belirgin örnek de çeşitli biçimler alan ilkel komünizmdir. Burada ilkel komünist toplum önemli üretim araçlarının ortak sahibidir. Üretim araçlarına bizzat sahip olmak ikincil önemdedir. Çalışma doğrudan toplumsaldır; ne basit meta üretiminde ne de kapitalist ekonomide yukarıda sayılanlar vardır. Daha kapsamlı bir tanıma ihtiyaç olsa da  insanın üretim araçlarıyla ilişkisinin farklı üretim ilişkilerini veya üretim tarzlarını ifade ettiği yolunda birkaç örnek vermiş olduk.

***

Üretim ilişkisi veya insanların doğrudan üretimdeki ilişkileri belirleyen şeylerden biri de ürünlerin dağıtımıdır. Bunun için de bölüşüm ve dolaşım kavramları kullanılır. Kapitalist ilişkilerde bu mesele çok açıktır. Üretim araçlarına sahip sınıf buna uygun olarak emek ürünlerinin, yani metaların da sahibidir. Üretim araçlarının sahibi olmayan işçi sınıfının ise emeğinin ürünleri üzerinde herhangi bir hakkı yoktur. Üretimin yalnızca bir kısmını alır, geçimini üretim araçlarına sahip sınıfın doğrudan elinden çıkan bir ücret şeklinde alır. Diğer yanda üretim araçlarının özel mülkiyetinin bulunmadığı ilkel komünist ilişkilerde toplam ürünün tümüyle topluma ait olduğunu ve kısmen ortak tüketildiğini, kısmen de belli kurallara göre tek tek dağıtıldığını görürüz. Üretim tarzı, yani insanların üretim araçlarıyla ilişkileri belli bir toplumdaki bölüşüm tarzını da belirler.

Üretim tarzı veya üretim biçimi, başka bir kavramla, işkolu veya endüstri dalı kavramıyla karıştırılmamalıdır. Kapitalist üretim tarzı, feodal üretim tarzı, ilkel komünizm, köle ekonomisi, tüm bunlar üretim biçimleri veya üretim tarzlarıdır, çünkü temellerinde belli bir toplumsal üretim davranışı bulunmaktadır. Buna karşın avcılığın, balıkçılığın veya tarımın üretim tarzı olduğu söylenemez. Avcılık, balıkçılık, tarım farklı üretim tarzları değil, yalnızca farklı işkolları veya geçim kaynaklarıdır, çünkü bu işkollarının her biri toplumsal olarak son derece farklı tarzlarda gerçekleştirilebilir. İlkel komünist ilişkilerde tarım vardır; köle sahibinin uyguladığı tarım vardır; bütün bir ortaçağ boyunca feodal tarım vardır; basit meta ekonomisi ilişkileriyle tarım ve son olarak da kapitalist ilişkiler dahilinde tarım vardır. Büyük olasılıkla ilk balıkçılık, komünist biçimde yapılmıştır; yani birkaç balıkçı bir araya gelip balıkçılık yapmıştır. Ardından balıkçının tek başına ağını alıp yola çıktığı basit meta üretimi olarak balıkçılık  vardır ve son olarak da günümüzde modern kapitalist endüstri olarak balıkçılık vardır, burada bir kapitalist gerekli ağlar, vs. ile birlikte birkaç balıkçılık aracının sahibidir ve ücretli işçi çalıştırır.

Üretim tarzını veya üretim ilişkilerini, sık sık karıştırılan teknoloji kavramından da ayırt etmek lazım. Üretim tarzı insanlar arasındaki bir ilişkidir, toplumsal bir ilişkidir. Teknolojiyse insanların doğayla ilişkisiyle ilgilidir. Bu yüzden de makine üretimi gibi kavramlar bir üretim tarzını veya bir üretim ilişkisini değil, belli bir üretim teknolojisini tanımlar. Aynı durum taş çağından, bakır çağından, bronz çağından veya demir çağından söz ederken de geçerlidir. Bu çağlar, taş, bakır, bronz ve demir aletlerin kullanıldığı tarih öncesinin ve tarih çağının çeşitli dönemleridir. Bu sınıflandırma üretim tarzına değil, teknolojiye dayanır.

***

Üretim tarzı bütün diğer toplumsal ilişkilerin şekillendirilmesi ve gelişmesi için belirleyici ve temel niteliktir. Bir başka deyişle, tüm toplumsal gelişmenin motoru üretim tarzıdır. Ama şu soru da ortaya atılabilir: Üretim tarzının gelişmesinde belirleyici olan nedir? Toplumun ilkel komünizmden basit meta üretimine veya feodalizme, feodalizmden kapitalizme, kapitalizmden sosyalizme geçişinde neler belirleyicidir?

Üretim tarzındaki değişikliklere hükmeden genel kanun, emeğin üretkenliğinin gelişmesidir. Emeğin üretkenliğine, emeğin verimliliği veya bereketi de diyebiliriz. İnsanoğlunun gördüğü tüm üretim biçimlerine bakıldığında bir üretim tarzından diğerine geçişi belirleyen genel kanun anlaşılır: üretken güçlerin artışı. Her bir üretim tarzının temeli ve önkoşulu üretken güçlerin ve teknolojinin belli bir seviyede olmasıdır. Bir üretim tarzından diğerine geçişe yol açan ve gelişmeyi ilerleten dinamik neden, belli bir üretim tarzı içinde gelişen karşıtlıktır, üretim tarzı ile üretken güçler arasındaki çelişkidir. Bu noktada üretken güçler kavramıyla neyi kast ettiğimizi şöyle ifade edebiliriz: Belli bir miktarda üretime katkıda bulunan tüm güçler. Her bir üretim tarzı üretken güçlerin veya emeğin verimliliğinin belli bir sınıra kadar gelişmesine izin verir. Bu sınıra ulaşıldığı anda bu üretim tarzı bir engele dönüşür, oysa o ana kadar bir ilerlemedir. Bu engel yeni, daha yüksek bir üretim tarzına geçişle ortadan kaldırılır; toplum sınıflara, hükmeden ve hükmedilene bölünmüşse de, geçiş toplumsal devrimle gerçekleşir.

Tarımın gelişmesiyle ilgili bir örnek vererek bu durumu açıklayabiliriz: İlk  ilkel tarım, komünist  ortak bir işletme halinde gerçekleştirildi. Bu ilkel komünist tarım bir dizi teknolojik ve ekonomik gelişme aşamasından geçti. Tarım belli bir aşamaya kadar gelişti, bu aşamaya vardığında da ilkel komünist tarım engel haline geldi. Bunun üzerine başka bir üretim şekline, yani çiftçi ekonomisine, basit meta üretimine geçiş yaşandı. Arsa ve toprak ortak mülkiyetinin yerine arsa ve toprak özel mülkiyeti ve tarımsal üretim araçları özel mülkiyeti geçti. Bu arsa ve toprak özel mülkiyeti çok daha yoğun bir emek performansını olanaklı kıldı, üretim gücü arttı. Bu çiftçi ekonomisi, daha üstün yöntemler geliştirilebildiği, tarım makineleştirildiği anda tekrar sınırlarına ulaşır, geri kalmış görünür. Köylülük ilişkisi koşullarında buhar gücü, elektrik gibi modern teknolojinin buluşları kullanılamaz. Bu durum da kapitalist işletmeye geçişi şart koşar. Kapitalist işletme de kapitalist üretim tarzının özelliklerinin zorunlu kıldığı kendi özel sınırlarını veya engellerini yaratır. Daha fazla gelişim için bir sonraki adım sosyalist tarıma geçiş olacaktır. Tarımda bir üretim tarzından diğerine geçişi düzenleyen güç, emeğin üretkenliğindeki ilerlemedir.

Bir üretim tarzından diğerine geçiş kendiliğinden, otomatik olarak gerçekleşmez. İnsanlar tarafından gerçekleştirilir, hatta genellikle mevcut üretim tarzın gelişmesine engel olan ve üretimdeki rollerinde daha yüksek bir üretim tarzı için koşullara zaten sahip olan toplum kesimi veya toplumsal sınıf tarafından gerçekleştirilir.

***

Şimdi sınıflara değinelim. Sömürülen veya ezilen, feodal, kapitalist sınıflardan söz edilir. Sınıflar ezelden beri var değildir ve sonsuza kadar var olmayacakları da öngörülebilir. Sınıfsız ilkel toplumda meydana gelen işbölümü sonucunda görece uzun bir gelişme sürecinin ardından toplum sınıflara bölünmüştür. Sınıflar ilkel komünizmin parçalanmasından sonra tarihsel olarak ortaya çıkmıştır ve özel mülkiyetin gelişmesiyle çok yakından ilişkilidir. Sınıf aidiyetini belirleyen şey üretim araçlarıyla ilişkidir. Günümüz kapitalist toplumunu incelediğimizde hangi ana sınıfları neye göre ayırt ederiz?

1. Kendileri çalışmayan ve üretim araçlarını dışarıdan işgücü ile harekete geçiren üretim aracı sahipleri, yani kapitalistler sınıfı.

2. işgüçlerini kapitalistlerin hizmetine sunanlar, üretim araçlarına sahip olmayanlar, yani işçiler.

Günümüz kapitalist toplumunun temel sınıfları bunlardır. Aralarındaki fark üretim araçlarıyla ilişkilerinde yatmaktadır.

İki temel sınıf kapitalistler ve işçi sınıfıdır, ancak ayrıca

3. bir sınıfı daha ayırt ediyoruz. Bu sınıf kapitalizm öncesi ilişkiler içinde de vardır, üretim araçlarına sahip olan ve kendi çalışan küçük çiftçiler, zanaatkarlar veya basit meta üreticilerinden oluşur. (Günümüzde küçük burjuvazi olarak da adlandırdığımız bu sınıf veya sınıfsal katman toplumsal mücadele sürecinde ya burjuvazinin ya da işçi sınıfının yanında yer alır. Bu onun bu süreç içinde ne derece burjuvalaşmasına veya proleterleşmesine bağlı olarak gelişir) (Düzenleyenin Notu)

Ya da Yunan, Roma antikçağını ele alalım. Burada üretim araçlarının ve kölelerin sahipleri olan köle sahipleri ve üretim araçlarına sahip olmayan köleler arasında ayrım yapılabilir. Hatta köleler işgüçlerini özgürce satmıyorlardı, kendileri metaydılar. Ayrıca antikçağda da zanaatkarlar ve özgür çiftçiler, yani basit meta üreticileri vardı. Burada da, tıpkı kapitalist ilişkilerde olduğu gibi, sınıf aidiyeti üretim araçlarıyla ilişkiye dayanarak belirlenmiştir.

Önümüzdeki sayıda yayınlanacak son bölümde tarih teorisine devam edilecektir.

(KAYNAK:1927 yılında Moskova Üniversitesinde çeşitli ülkelerden gelen bir gurup militana Alman komünist A. Thalheimer Diyalektik Materyalizm dersleri verir. Yazı bu derslere sadık kalınarak düzenlenmiştir.)