DiYALEKTiK MATERYALİZM: DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MARKSÇI-LENİNCİ PARTİ’NİN EĞİTİM NOTLARI -4-

DiYALEKTiK MATERYALİZM: DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MARKSÇI-LENİNCİ PARTİ’NİN EĞİTİM NOTLARI

TARİH TEORİSİ I I

Düzenleyen: Hikmet BALKAN

Önceki bölümde sınıfları ele almıştık. Bu bölümde sınıf mücadelesini ve tarih teorisi bakış açısından bu mücadelenin önemine değineceğiz. Daha önce  belirttiğimiz  gibi sınıfsal yapı toplumsal işbölümünden kaynaklanıyordu. Ancak her toplumsal işbölümü ile sınıfsal yapı çakışmaz. Örneğin Avustralya yerlilerinde işbölümü vardır, ama sınıf yoktur. Kuşkusuz dışarıdan işgücü çalıştırmayan bir çiftçi ailesinde işbölümü vardır, ama bir çiftçi ailesi içindeki işbölümü farkları kuşkusuz sınıf farkları değildir. Ancak işbölümü zorunlu ihtiyacın ötesinde sürekli bir artı-ürün üretilmesine yaradığında ve toplumsal grup veya gruplar başka bir grubun artı ürününe düzenli olarak tamamen veya kısmen el koyduğunda sınıflar ortaya çıktı. Toplumun bir bölümünün bir başka bölümünce ekonomik olarak sömürülmesi sınıfsal yapının temelidir. Nadiren ve düzensiz bir biçimde komünistçe üretim yapılan bir toplumun bir başka toplum tarafından sömürüldüğü de olur. Bu durum da, aynı toplum içinde sömürünün ve sınıfsal yapının en önemli çıkış noktasıdır aslında.

  

SINIF KARŞITLIĞI VE SINIF MÜCADELESİ

 

Sınıfsal yapının oluşumu için sömürünün aynı toplum içinde meydana gelmesi ve artık nadiren ve düzensiz olarak değil, düzenli, kendi kendine çoğalarak gerçekleşmesi önemlidir. Kastların ve zümrelerin temeli de sınıfsal yapıdır, ancak buna soy, yalnızca grup içinde evlilik gibi başka etkenler de eklenir. Sınıfsal yapı burada genel temeldir, ancak bu durum tekil kast ve zümre oluşumu vakalarının bu temelden az çok uzaklaşmasını önlemez. Sınıfsal yapı sömürüyü pekiştirip garantilemektedir. Buna göre sınıfsal yapı özü açısından bu iki kutup etrafında, yani artı-ürünü veya artı-değeri üretenler ile artı-ürünü kendileri çalışmadan edinenler etrafında gruplanır. Kısacası sınıf karşıtlığı, sömürenler grubu ile sömürülenler grubu arasındaki karşıtlık etrafında dönmektedir.

Bundan şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Sınıf derken, zorunlu olarak sınıf karşıtlığını da anlıyoruz, yani birbirine zıt çıkarları olan ekonomik grupların varlığını anlıyoruz. Belli bir sınıflı toplum hiç de sömürülen ve sömüren olmak üzere iki sınıfla sınırlı olmak zorunda değildir. Daha fazla sınıf da olabilir, üstelik genellikle olur da. Ama karşıtlık ilişkisi yüzünden sömürenle sömürülenin rolü belirleyicidir. Demek ki sınıf karşıtlığı –bu vurgu önemli- belli bir sınıflı toplumda birbirine zıt ekonomik çıkarları olan sınıfların bulunduğunu gösterir ve son tahlil de üretimde, mübadelede ve geri kalan toplumsal hayatın kendisinde birbirine zıt işlevler veya roller anlamına gelir. Demek ki

sınıf karşıtlığı nesnel, gerçek, insan bilinci veya onayından bağımsız bir şeydir. Tıpkı pozitif ve negatif elektrik arasındaki karşıtlık gibi nesneldir. Bu son karşıtlık da elektrik parçacıkların pozitif mi, negatif mi olduklarını bilip bilmemelerine bağlı değildir. İnsanların bu karşıtlığı gözlemleyip gözlemlemediklerine de bağlı değildir.

Sınıf çıkarlarının karşıtlığı, yani sınıf karşıtlığı zorunlu olarak sınıf mücadelesini doğurur. Demek ki sınıf mücadelesi eyleme dökülen sınıf karşıtlığından başka bir şey değildir; süreç içindeki sınıf karşıtlığı sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi bir sınıflı toplumun varoluş veya yaşam tarzıdır. Nasıl ki hareket olmadan, moleküler ısı titreşimleri olmadan madde zihinde canlandırılamıyorsa, sınıf mücadelesi olmadan da sınıflı  toplum zihinde canlandırılamaz.

Demek ki sınıf mücadelesi Karl Marx'ın icadı değildir. Bir kere, tarihte sınıfların ve sınıf mücadelelerinin olduğunu ilk keşfeden ne Karl Marx, ne de Friedrich Engels'ti, bu keşif onlardan önce yapılmıştı. Marx ile Engels'in ortaya koyduğu şey sınıfların ve sınıf mücadelelerinin varlığı değil, sınıflı toplum tarihinin seyri açısından sınıf mücadelesinin temel önemiydi. Sınıfların doğuşundan bu yana bütün bir tarihin anahtarının sınıf mücadelesi olduğunu görmüşlerdi. Teorinin yeni olan yanı da buydu. İkincisi, Marx ile Engels'ten önce sınıf mücadelesinin olmadığı, sınıf mücadelesini onların kışkırttığı fikri gülünçtür. Sınıf mücadeleleri sınıflı toplumlar kadar eskidir. Karl Marx ile Friedrich Engels daha doğmadan binlerce yıl önce sınıf mücadelesi vardı. Marx ile Engels' in bu açıdan yenilikleri, işçi sınıfının ve diğer sömürülen sınıfların çıkarlarını açıkça anlamasını, kendi çıkarlarının sömüren sınıfın çıkarlarıyla çatıştığını görmesini sağlayarak işçilerin sınıf mücadelesine planlama, bilinç ve örgütlülük getirmiş olmalarıdır. Komünistlerle sosyalistlerin sınıf mücadelesiyle ilişkilerinden söz ediliyorsa, sınıf mücadelesinin belli bir biçiminden ve içeriğinden, yani sınıf mücadelesinin ilkel, örgütsüz biçimlerinin tersine üstün, bilinçli, örgütlü mücadeleden bahsediliyor demektir.

Sınıf mücadelesi çok farklı biçimlerde yaşanır. Bu mücadele biçimleri maddenin hareket biçimleri kadar çeşitlilik arz eder… Bir parça buzu düşünelim. Moleküller düşük sıcaklıkta yavaş, yüksek sıcaklıkta da daha hızlı hareket edecektir. Belli sıcaklık ve basınç düzeylerinde buzun durumu değişir, sıvı ya da gaz haline gelir. Hareket biçimleri de çok çeşitli olabilir. Mekanik hareket, ısı hareketi, kimyasal hareket gibi hareketlerden söz ediyoruz. Mekanik hareket içinde tekrar derece ayrımları yapıyoruz: hızlı hareket, yavaş hareket veya hareketsizlik…

Nasıl ki burada çeşitli biçimler ve dereceler varsa, sınıf mücadelesinin de çeşitli biçimleri vardır.  İşçi sınıfının sınıf mücadelesinin çeşitli biçimlerine birkaç örnek verelim. İşçi sınıfının henüz yeni yeni gelişmekte olan kapitalizm koşullarındaki baskıya karşı isyan ettiği sınıf mücadelesinin en ilkel biçimi makineleri kıran Ludistlerin hareketiydi: Makinelerin kırılmasının yanı sıra sabotajlar yapıldı, fabrikatörlerin evleri yakıldı, vs. Bütün bu eylemler hareketin ilk biçimiydi. Ardından tek başına grev, fabrikada grev, bir endüstri dalında grev, tüm endüstrilerin bir yerdeki grevi ve grevin en gelişmiş şekli olan politik veya ekonomik genel grev gibi mücadele biçimleri geldi. Ayrıca bir de politik alanda sürüp giden sınıf mücadelesi vardır: Sözlü ve yazılı ajitasyon ve propaganda, seçim mücadelesi, protesto gösterileri…  Sonunda mücadele silahlı mücadelenin farklı biçimlerine bürünür: gerilla mücadelesi, silahlı ayaklanma, devrimci savaş, vs. Bu mücadele biçimlerinin her birinin kendi bölümlenmeleri, evreleri, alt türleri vardır. Sınıf mücadelesinde barış anlaşmalarının yapılması, araya duraklamaların girmesi olağandır, bunlar sınıf mücadelesinin sınıflı toplumda sürekli bir fenomen olduğu gerçeğini değiştirmez. Sürekli çatışma yok diye savaşın savaşlığı ortadan kalkmaz - ileri adımlar atılır, çatışmalara ara verilir, ateşkesler yapılır, vs. Bu durum mücadelenin bütünsel, içsel bağlantılara sahip bir eylem olmasını önlemez.

Aynı şey sınıf mücadelesi için de geçerlidir. Yalnızca çeşitli biçimler ve alt türlere sahip olmakla kalmaz, çeşitli dereceleri de vardır; ateşkesler, barış anlaşmaları, vb. onu da kesintiye uğratır. Bu kesintiler genel anlamda sınıf mücadelesinin değil, yalnızca bazı sınıf mücadelesi biçimlerinin bir özelliğidir. Burjuvazi ile proletarya arasında bir sınıf işbirliğine prensipte taraf olan reformistler bile sınıf mücadelesini tümüyle ortadan kaldıramaz. Onu sınırlamaya, hafifletmeye, parçalamaya uğraşırlar, özellikle de işçi sınıfının iktidar için silahlı mücadeleye geçmesini önlemeye çalışırlar; ama bu mücadeleyi onlar da ortadan kaldıramaz.

Sınıf mücadelesinin "kabullenilmesi" veya "kabullenilmemesi" pratikte pek bir anlam taşımaz. Mücadele biçimleri, yani bir sınıf mücadelesinin yürütülme biçimleri keyfi değildir; sınıf mücadelesini belirleyenler, mücadele eden sınıfın kendi doğası, mücadele edilen sınıfların doğası, iş birliği yapılan sınıfların doğası, başka bir deyişle bütün sınıfların karşılıklı ilişkisi ve olgunluk derecesinin tamamıdır. Örneklersek:  Grev, işçi sınıfının mücadelesinin doğal bir biçimidir, çünkü bu sınıfın üretimdeki rolüne karşılık gelir. Diğer yandan, iktidarı elde etmek için feodal sınıfla mücadele eden burjuvazinin silahları arasında grev asla olmamıştır. Burjuvazi, iktidar için feodalizme karşı mücadele ederken hazırlık aşamasında çok başka araçlar kullandı, özellikle de vergi vermeyi reddetme gibi yollara başvurdu. Burjuvazi, feodal sınıflardan veya mutlak monarşiden belli hakları satın almak veya elde etmek için para kaynaklarını kullandı. Demek ki burjuvazi, proletarya, feodal sınıf ve köylü sınıfı gibi sınıfların mücadele biçimleri keyfi değildir; her bir sınıfın ekonomik ve toplumsal rolüne, ayrıca bütün diğer sınıfla da ilişkilerine bağlıdır.

Sınıf mücadelesinin biçimleri kadar içeriği veya nesneleri de türlü türlüdür. İçerik ekonomik, politik, kültürel ya da başka türlerde olabilir. Ücret artışı veya çalışma koşullarının iyileştirilmesi için de mücadele veriliyor olabilir, başka bir deyişle içerik ekonomik olabilir. Bir milletvekili veya bir devlet başkanı için seçim mücadelesi olabilir, yani politik içerikli olabilir. Okulların iyileştirilmesi mücadelesi kültürel bir içerik taşır, ordunun düzenlenmesi politik-askeri bir içeriğe sahiptir, belli bir felsefe konusunda tartışma kültürel-düşünsel bir içerik demektir. Bu nedenle sınıf mücadelesinin temelinde çeşitli içerikler veya nesneler olabilir, mücadelede bunlar hedef alınıyor, amaçlanıyor olabilir. Şunu da belirtelim ki, bu içerikleri belirleyen şey, tıpkı mücadelenin biçimlerinde olduğu gibi sınıfın doğasıdır. Feodalizmle mücadele eden burjuvazi, işçi sınıfının burjuvaziyle mücadelesinde veya köylülerin feodalizmle mücadelesindekinden farklı içeriklere sahip olacaktır.

Sınıf karşıtlığı sınıf mücadelesini, sınıf mücadelesi de belli bir seviyede sınıf bilincini veya sınıf ideolojisini üretir.

Sınıf bilinci ve sınıf ideolojisi, sınıf mücadelesine tepki verir…

 

ÖYLEYSE SINIF BİLİNCİ NEDİR?

  

Sınıf bilinci, öncelikle, bir sınıfın üyelerinin çıkar ortaklığının ve sınıfsal konumunun bilincidir; ikincisi de, bu sınıfın çıkarlarının başka bir sınıfın çıkarlarıyla karşıtlığının bilincidir (bu bilinç birincisiyle bağlantılıdır). Şöyle diyebiliriz: Tüm işçilerin ortak çıkarları olduğu ya da tüm küçük çiftçilerin ortak çıkarları olduğu bilinci, yani ezilen ve sömürülen sınıfların sahip olduğu bilinç en başından itibaren mevcut değildir. Bu bilinç ancak mücadeleyle birlikte ortaya çıkar. Ezilen, sömürülen sınıfların sınıf mücadelesi başlangıçta plansız, içgüdüsel bir şekilde, ortak bir bilinç olmadan yürütülür. Mücadelede etkisini gösteren sınıf karşıtlığı, önce ezilen sınıfın ezen sınıfla karşıtlığı bilincini, ardından ezilen sınıfın veya sınıfların ortak çıkarı olduğu bilincini üretir. Bu şaşırtıcı değildir çünkü sömürülen veya ezilen sınıflar yalnızca şiddetle değil, düşünsel güçle, yani egemen sınıfın fikirleri benimsettirilerek yönetilirler. Sınıf bilinci ilk önce mücadelede gelişir, sonra yine mücadele sırasında gittikçe berraklaşır ve keskinleşir; diğer yandan bu bilinç sınıfın giderek daha büyük bir bölümüne yayılır. Başlangıçta, bir sınıfın üyelerinin ortak çıkarları olduğunu küçük bir azınlık anlar. Yavaş yavaş bu sınıf bilinci açık seçik bir hale gelir. Bir sınıfın en aydınlanmış kesimlerini bir araya getirecek özel organlara ihtiyaç duyulur. Bu ortak sınıfsal çıkarlardan siyasi parti olarak bildiğimiz yapılar doğar. Siyasi partilere üye olan kesim, özellikle berrak bir bilince sahip olan, bu sayede sınıfın durumunu ve görevlerini tanımlayan, sınıf mücadelesini planlı, bilinçli ve örgütlü bir biçimde sürdüren kesimdir. 

Sınıf bilinci bir sınıfın çıkarlarını az çok doğru veya yanlış bir biçimde yansıtabilir. Bu nedenle, akıl karışıklığı yaratmak istemiyorsak sınıf bilincinin DAR  anlamı ile GENİŞ anlamı arasında ayrım yapmalıyız. Geniş anlamdaki sınıf bilinci, sınıfın çıkarları ve konumu hakkındaki gerek yanlış gerekse doğru bilinci kapsar. Bunun için sınıf ideolojisi terimi de kullanılır, yani bir sınıfın çıkarları, vs. hakkındaki doğru ve yanlış tüm fikirleri. Dar anlamdaysa sınıf bilinci derken doğru sınıf bilincini, bir sınıfın çıkarlarının ve konumunun doğru biçimde kavranmasını kast ediyoruz. İşçi sınıfında sınıf bilinci işte bu anlamda kullanılır. Az çok sınıf bilinci olan işçilerden söz edildiğinde, bu işçilerin işçi sınıfının çıkarlarının birliğini, aynılığını ve burjuvazinin çıkarlarıyla ilkesel karşıtlığını anladıkları kast edilir.

Yanlış sınıf bilincine sınıf yanılsaması da denilir, yani bir sınıfın kendi konumu ve çıkarları hakkındaki hayalleri. Bu tür sınıf yanılsamaları, tıpkı kendisi hakkında hayaller gören bireylerin yanılsamaları kadar sık görülür. Diyalektik materyalistler bir sınıfın gerçekte ne olduğu ile o sınıfın kendisi hakkında ne düşündüğü veya neye inandığı arasında ayrım yapmalıdır. Bu ikisinin kesin bir biçimde ayrı tutulması gerekir. Bu yanılsamaların en bilinen ve en sık rastlananlarından biri, birlikte üçüncü bir sınıfa karşı mücadele ettikleri sürece sömüren ve sömürülen sınıflar arasında çıkar çatışması olmayacağı varsayımıdır. Burada şunu da vurgulamalıdır; sınıflar kendi kendilerini kandırmakla kalmazlar, bir sınıfın diğer sınıfları yanıltmak, yanlış yönlendirmek için dolaşıma soktuğu yalanlar, yanlış fikirler de vardır kuşkusuz. Kendini kandırmanın bilinçli yanıltmaya dönüşmesi işten bile değildir. Bütün egemen sınıflar, ezilen sınıfları kendi çıkarları konusunda yanıltmak amacıyla yanlış ideolojileri yaymak için belli araçlar kullanmıştır ve kullanmayı da sürdürmektedir; ama genellikle bunlara kendileri de inanmazlar. Son tahlilde egemen sınıfların tüm basını, edebiyatı, okulları ve benzeri kurumları yanlış ideolojiler yaymak, ezilen sınıfların sınıf bilincini bulandırmak için kullanılan birer araçtır. Sınıf bilincinin en yüksek derecesi, sınıf doğasının ve hareket kanunlarının diyalektik materyalizme dayanarak bilimsel olarak kavranmasıdır.

Genel olarak sınıf bilincini veya sınıf ideolojisini, hatta sınıf yanılsamalarını belirleyen şey sınıfsal konum veya sınıf aidiyetidir. Bu önerme her bir sınıfın büyük çoğunluğu, yani sınıf ortalaması için geçerlidir. Fizikten bir örnek vererek bu önermeyi açıklayalım.. Gazlar teorisinde bir gaz kütlesinin toplu hareketiyle ortalama bir gaz zerresinin hareketine dair bazı yasaların ortaya atıldığını biliyorsunuz. Ama her bir gaz parçacığının hareketi hakkında açıklama yapabilecek durumda değiliz. Bu tür kanunlara ortalama veya statik kanunları denir. Benzer bir durum, her bir küçük atom parçacığının hareketi izlenemese de, atomların en küçük parçalarının ortalama davranışı hakkındaki teori için de geçerlidir. Toplumsal alandaki kanunların da benzer bir özelliği vardır. Sınıf bilincini sınıfsal konumun belirlemesi bir sınıfın üyelerinin ortalaması için, bir kolektivite olarak sınıf için geçerlidir. Bu durum bir sınıfın tek tek üyelerinin -aşağıya ya da yukarıya doğru- bir başka sınıfa geçmesini ya da bir başka sınıfın bilincini almasını önlemez. Diyalektik-materyalist dünya görüşünün kurucuları olan Marx ile Engels'i örnek verebiliriz. Marx ile Engels burjuva sınıfındandı ve işçi sınıfının temsilcileri oldular. Sınıf bilinçlerini değiştirdiler; bilimsel  sosyalizmi geliştirdiler ve yıllar boyunca işçi sınıfı mücadelesine önderlik ettiler, yani bir sınıftan diğerine geçtiler. Tersi de olabilir, işçiler burjuvazi safına geçerler, yani proleter değil burjuva sınıf bilinci geliştirirler ve bu sınıf bilincinin propagandacıları haline gelirler. Ama bu tekil vakalar genel kanunu ortadan kaldırmaz. Aksine, nasıl ki rastlantılar ya da tekil sapmalar genel düzenliliğin bir parçasıysa, bu vakalar da genel kanunun parçasıdır. Bireylerin bir sınıftan diğerine geçmesi çoğu zaman devrimin dönüm noktalarında, örneğin burjuva devriminin proletarya devrimine dönüştüğü kriz anlarında gerçekleşir. Marx ve Engels için bu durum geçerlidir, Rus devrimi tarihi için de geçerlidir, en nihayetinde savaştan sonraki devrimci hareketler tarihi için de geçerlidir.

Sınıflar, belli bir sınıflı toplumdaki tek gruplaşma türü değildir; sınıf gruplaşmaları dışında sayısız başka gruplaşma daha vardır. Örneğin, meslek gruplarını, dini grupları, eğitim derecesine, ırka, ulusal aidiyete bağlı diğer grupları da anımsayalım. Bu gruplar arasında ırk ve ulusal aidiyet grupları çok önemlidir ve bunlar belli tarih teorilerinin çıkış noktası haline getirilmiştir. İnsanlığın ırk aidiyetinin belirleyici olduğu iddiasında bir tarih teorisi vardır. Tarihsel materyalizm sınıf gruplarının yanında sayısız başka gruplaşmaların öteden beri var olduğunu inkar etmez. Ama sınıf gruplarının sınıflı toplumların tarihinin seyri için önemli olduğunu ve ulusal, dini vs. grupların da ikinci sırada olduğunu iddia eder. ( Bu alan başka bir yazının konusu olabilir.)

 

“DEVRİM” VE “EVRİM” ARASINDAKİ FARK

 

Son olarak tarih teorisinde büyük bir rol oynayan iki kavramı ele alalım: DEVRİM ve  EVRİM. Bu iki kavram arasındaki ilişki ancak diyalektik olarak kavrandığında anlaşılır, başka bir deyişle bu iki kavramın, yani devrimle evrimin bir karşıtlık oluşturdukları ve aynı zamanda da bir oldukları kavranırsa aralarındaki ilişki ortaya çıkarılabilir. Devrim, sınıflar arasındaki iktidar ilişkilerinin temelden değişmesi, o ana kadar egemen olan sınıfın devrilip yerine o ana kadar ezilen bir sınıfın geçmesidir. Bir üretim biçiminin bir başka üretim biçimine dönüşmesi sınıflı toplumlarda politik ve sosyal devrimler aracılığıyla gerçekleştirilir. Bir devrimin dışarıdan görünen özelliği anilik ve şiddettir; ama tersi, yani her şiddetli veya ani eylemin devrimci bir olay olduğu söylenemez. Devrim, sınıflar arasındaki iktidar ilişkisinin kökten değişimi demektir. Mevcut temel toplumsal çelişkileri, sınıf karşıtlıklarını şiddetle çözer. Sınıf ilişkileri tarihinde diyalektik veya ilerletici faktördür.

Şimdi de ikinci kavrama, yani evrime veya gelişmeye değinelim. Evrim, sınıfların belli bir iktidar ilişkisi içindeki toplumsal gelişmesini tanımlar. Devrim ile evrimin sınıflı toplum içindeki ilişkisi şöyledir: Devrim tamamlanmış bir evrimin özünü alır; evrim veya gelişme devrimi hazırlar; diğer yandan da gerçekleşen her devrim, sınıfların belli temel iktidar ilişkilerindeki dönüşüm yeni bir evrime yol açar. Devrim sınıflı toplum ilişkileri kapsamında bir toplumsal biçimden diğerine geçiştir… Sınıflı toplum koşullarında bir toplumsal biçimden diğerine geçiş devrimle olur, ama her durumda, başka bir deyişle sınıflı toplumun olmadığı durumda bu doğru değildir. Sınıflı toplum doğmadan önce, toplumsal bir devrim gerçekleştirmeden birbirinin yerine geçen bir dizi toplumsal biçim olmuştur. Diğer yandan, mevcut sınıflı toplum ortadan kalktıktan sonra, devrim şeklinde gerçekleşmeyecek bir toplumsal gelişme olacaktır.

(KAYNAK:1927 yılında Moskova Üniversitesinde çeşitli ülkelerden gelen bir gurup militana Alman komünist A. Thalheimer Diyalektik Materyalizm dersleri verir. Yazı bu derslere sadık kalınarak düzenlenmiştir.)

***

Dört bölüm halinde sunmaya çalıştığımız Diyalektik ve Tarihi Materyalizm konusunu burada bitiriyoruz. Başlığa ilişkin daha ayrıntılı inceleme yapmak, konuya devam etmek istiyorsanız aşağıdaki kaynaklardan yararlanılabilinir.

F.Engels: Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu
F. Engels: Anti-Dühring
V.İ.Lenin: Materyalizm ve Ampriokritisizm
Ve Karl Marks’ın tüm eserleri

AYRICA;

İleriki zamanlarda bir bakıma konunun devamı biçiminde ele almaya çalışacağımız;

- DİN
- ANTİK ve ORTA ÇAĞ FELSEFESİ
- PRAGMATİZM
- POSTMODERNİZM konuları tamamlayıcı başlıklar olabilir…